Farkındalık & Huzur

KAFANA TAKMA

Çok yakın bir zamana kadar meşgul bir zihnin kötü bir şey olduğuna inanırdım. Hayatımın büyük çoğunluğunda bu düşünceye hem sabit bir şekilde sahip çıktım hem de olabildiğince ondan uzaklaşmaya çalıştım.

Geriye dönüp baktığımda, düşüncelerime kapılmadığım bir zamanı hatırlamıyorum bile. Bazen o kadar ileri noktalara gidiyordum ki birisine cevap vereceğim zaman bile birkaç kere düşünüp en doğru seçeneği sunmaya çalışıyordum. Yalan söyleyemem; bunu hala yapıyorum ama çok önem verdiğim insanlar icin sadece. Anlık şekilde hareket edip kast etmediğim sözcükler ağzımdan dökülmesin diye. Merak ediyorum sizin de kafanızın içinde hep bir “anlatıcı” var mı? Her şeye, her zaman her koşulda bir yorumu olan …

Meditasyon yapmanın beni rahatlatacağına inanıp , düşüncelerimde boğulmamayı denedim.  Evime yakın olan ve çok fazla övgü alan bir yoga stüdyosundaki bir workshop’a birkaç sene önce katıldım. Bu, benim aslında ilk grup meditasyon deneyimimdi. Yoga eğitmenimiz öyle sorular sordu ki, mesela:

“Mutlu olabilir misin?”, “Şimdi hayatının dalgalarına bin ve derinliklerin içinde barış içinde yaşa” ve beni daha da düşünmeye sevk eden bir tanesi “Hayatımızın anlamını şimdi keşfedelim”.

Acı verici bir zamanın ardından düşüncelerimi kafamın içinden itmenin ya da onları durdurmak için umutsuzca çaba sarf etmenin imkansız olduğunu anladım. Belki meditasyon bana göre değildi. Benim dışımdaki herkes derinliklere inmeyi başarmış ve hatta hayatlarının anlamını bulmuş bir şekilde stüdyodan ayriımıştı. En azından o gün böyle düşünmüştüm!

Düşünmemek vücudumdan bir organımı ayırmaya çalışmaktan farksız değildi. Evet, böyle işte; bu kadar düşüncelerime bağlıydım. Çoğu zaman normalde ne düşüneceğimi hesaplayıp kendime karşı argümanlar bile hazırladığım olmuştur. Ne de olsa herşeye hazırlıklı olmalıydım!

Sorunun sadece “negatif” düşünmemden kaynaklandığını söyleyebilirsiniz elbette. Bununla birlikte, herhangi bir konuyu veya olayı, hatta gerçekten güzel ve mutlu olanları bile, daha önce uzun uzun analiz etmiş olduğuma gore, sorun gerçekten nasıl düşündüğüm değildi. Gerçekten, kendimi olmak istemediğim, kötü hissettiren bir yerlerde bulmuştum.

Mesela, birisi bana güzel birşeyler söylese bunu hak etmediğime kendimi inandırmak icin bilerek böyle birşeyin üstünde durmazdım. Güzel sözlerin düşünülecek bir yanı yoktu ki, onlar zaten gerçek degildi! Söz konusu kişi ya nazik davranmaya calışmış ya da benim adıma acıma hissetmiş olmalıydı tabi ki.

İşte o zamanlar aslında düşüncelerimde sıkışıp kaldığımı algılayamıyordum. Düşünen zihnim benim için korkulan bir şey haline gelmişti. İstediği zaman başlayabilir ve beni çözebilirdi. Uzun süre sadece ondan izin istemenin kendisini bir saniye bile olsa kapatmasına yeterli olacağını sanmıştım

Düşüncelerim sınır tanımıyordu. Geçmiş, şimdiki zaman ve geleceği irdeliyordum.

Lanetli hissediyordum. Beynim taşımam gereken bir yük haline gelmişti sonunda. Neden normal olamıyordum ki??

Ve tabii ki, bana yakın olanlar bunu bana yansıttılar! Kimisi yardım etmek için kimisi ise artık daha fazla katlanamadıklarından dolayı…

“Aklının içinden çık!”

“Her şeyi çok fazla kafana takma!”

“Neden her şeyi analiz etmeye ihtiyacın var ki??”

Ve kişisel favorim …

“Sen olmak gerçekten çok yorucu olmalı.”

Kendimle sürekli savaştaydım. Daha az düşünmenin bir yolu var mıydı? Düşüncelerimle alay etmeyi öğrenebilir miydim?

Maalesef onlara sahip çıkmak yerine, çaresizlik içinde, düşüncelerimi bastırmayı öğrendim. Stres, spor salonunda geçirilen uzun saatler ve kötü ilişkiler kurtarıcımdı. Manik depresif olan aklımla birlikte var olmamı sağladılar, sağ olsunlar(!)

Ta ki düşüncelerim hakkında yeni bir anlayışa sahip olana kadar.

Bu, yaşamımı tamamen değiştiren yeni ve ışıl ışı anlayışım, düşüncenin gerçekten kim olduğumuzdan nasıl ayrı tutulması gerektiği hakkında.

Biz düşüncelerimiz değiliz. Hayır, aslında aksine tam tersi!

Hayatlarımız boyunca zihinlerimizde devamlı dolaşıp duran bir düşünce akışı yaşıyoruz. Bu doğal olarak insan olmanın bir parçası. Bununla birlikte, hangilerinin bizimle birlikte yaşayacağına biz karar verebiliriz.

Yazar ve blog yazarı Pam Grout, düşünceler için mükemmel bir analojiye sahip: “Düşünceler, piknik örtüsü üstünde yürüyen karınca sürüsüne benziyor.” diyor. “Onların battaniyenin diğer tarafına kadar yürümelerini ve orada kaybolmalarını gozlemlemeyi seçebiliriz ya da onlarla etkileşimde bulunabiliriz.” Onlara yeterince odaklanırsak muhtemelen gelip bizi ısırırlar bile!

Çünkü düşünceler gelir ve gider. Her zaman. Normal olan budur.

Ne düşündüğünüzü gözlemleyebiliyorsanız, o halde siz, kendiniz ve zihninizin arasında yer alan boş alanı fark ediyorsunuz demektir.

Gerçekten böyle soyleyince ne kadar basit.

Yeni öğrenilen herşey gibi, bu anlayışın gerçekten içimde yer etmesine ve yararlarının farkına varılmasına izin vermem  pratik ve zaman aldı. İşte size yardımcı olacak birkaç mantra:

• Herşeyi olduğu gibi kabul ediyorum. Yaşamımın her yönünü entelektüelleştirmeye ve/veya eleştirmeye artık ihtiyaç hissetmiyorum. Bu his gerçekten rahatlama hissini de beraberinde getiriyor.

Hayatımdan  hoşnutum. Eğer ilgi göstermezsem, meşgul olan zihnim, karanlık bir yerlerde kendi kendine kapanıp soluyor. İçimdeki sesle girdiğim sonsuz sohbetlerle uğraşmıyorum artık. Memnuniyet hissi tanıdık bir arkadaş haline geldi.

Düşüncelerim üzerinde yetki sahibiyim. Hangi düşünceyi nasıl yürütebileceğimi seçtiğimi bilmek, önceden hissettiğim mağduriyet duygusunu ortadan kaldırdı.

Bütün yeni alışkanlıklarda olduğu gibi, kalıcılık ve ısrar altın anahtar. Fark ettim ki, düşünmeyi bırakmak zorunda değilim, düşüncelerime inanmama gerek olup olmadığını idrak etmem çoğu zaman yeterli oluyor.

Düşüncelerimi, arka planda çalan bir radyoya benzetiyorum. Sevdiğim ya da ilgimi çeken bir şarkı başladığında, dikkat kesiliyorum.

Meşgul zihnim artık benim en yakın arkadaşlarımdan biri.

Kesinlikle beni ben yapan özelliklerden biri!

 

Bunları Da Beğenebilirsin

Yorum Yok

    Yorum Yazın